İnsan ve Tabiatın Bozulan İlişkisine Dair - Seyyid Hüseyin Nasr
Mehmet Serhat Yılmaz - 22 Haziran 2021
İnsanla tabiat arasındaki dengenin bozulduğunu pek çok kimse kabul etmektedir. Ama bu dengesizliğin, insanla Tanrı arasındaki uyumun bozulmasından kaynaklandığını herkes fark etmiş değildir. Bu, bütün bilgiyi içine alan bir ilişkidir; aslında modern bilimler de sadece tabiat alanına özgü olmaktan çok, Batılı insanın bütün entelektüel ve dini köklerini kuşatan bir dizi amilin (faktör) sonuçlarıdır. Modern bilimler, işte bu yüzden ya da buna bir tepki olarak ortaya çıkmışlardır. Şunu hiç unutmamak gerekir: İster antik ister çağdaş olsun, modern olmayan insana göre, Kainat'ın temel maddesinin kutsal bir tarafı vardır. Kozmos insanla konuşur; kozmosta olup biten her şeyin bir manası vardır. Bunlar, kozmik alanın hem perdelediği hem de ifşa ettiği daha yüksek düzeyde bir gerçekliğin sembolleridir. Kozmosun derin yapısı, insan için manevi bir haber taşır, bu yüzden, dinin kendisi ile aynı kaynaktan gelen bir ayettir. Her ikisi de Külli Akl'ın, Logos'un tezahürüdür ve kozmosun kendisi de insanın içinde yaşayıp öldüğü topyekûn mana âleminin ayrılmaz bir parçasıdır. Modern tabiat biliminin ortaya çıkabilmesi için, öncelikle kozmosun özünün kutsal niteliğinden kopartılması, «profanlaştırılması» gerekiyordu. Modern bilimin dünya görüşü, özellikle propagandada kullanılan avamileştirilmiş biçimiyle, tabiatın ve tabii özlerin laikleştirilmesine katkıda bulunmuştur. Tabiattaki semboller, diğer gerçeklik tabakalarından büsbütün bağımsız birer birim, birer olgu haline getirilmiştir. Tek tek bilim adamları tersine inanıyor olsalar bile, en azından tepeden tırnağa bilimsel tabiat görüşüne batmış olanlar açısından kozmos saydamlığını yitirmiş, donuk ve anlamsız bir hâl almıştır. Kozmik bir şenliği andıran -Simya gibi- geleneksel ilimler, bütün unsurların kutsiyetlerini yitirdikleri -Kimya gibi- bilimlere indirgenmişlerdir. Bu süreçte, tabiat ilimleri bütün sembolik muhtevalarını yitirmişlerdir. Modern bilimsel dünya görüşünün ve uygulamalarının yol açtıkları bunalımın ardında yatan gerçek neden budur.
Burada, modern bilimin niceliksel (kantitatif, kemmiyetçi) özelliğini bilhassa vurgulamak gerekir; çünkü bu özellik, bütün niteliği (kalite, keyfiyet) niceliğe (kantite, kemmiyet) ; metafiziki anlamda asli olanı maddi ve tali olana indirgemeyi idealleştiren genel bir eğilim olarak ortaya çıkmaktadır. Endüstrileşme ve makineleşmenin doğurduğu, -bugün büyük kent merkezlerinde yaşayan herkesin derinden hissettiği- gırtlağına kadar maddeye batmış çevre, modern bilimlerin katıksız maddi ve niceliksel özelliklerinin bir sonucudur; endüstrileşmeyi mümkün kılan da bu bilimlerin uygulanmasıdır. Üstelik, modern bilimleri içine alacak metafiziki nitelikte kuşatıcı bir dünya görüşü olmadığı için, sayı ve niceliğin de sembolik boyutu unutulmuştur. Diğer pek çok geleneksel bilim gibi, Pisagoryen-Platonik sayı öğretisi de kocakarı masalına döndürülmüştür. Aslında hem mümkün hem de -uygun şartlar olduğu takdirde- meşru bilimler olan “kantitatif” tabiat bilimleri, uygulamada, geçerli ve kabul edilebilir tek tabiat bilimi türü haline gelmiştir. Tabii ve kozmik düzenlerle ilgili diğer bütün bilgiler, bilim sayılmamış, duygusallık ya da hurafe diye bir kenara itilmiştir. Yine tek tek bilim adamları bu inancı paylaşmasalar bile, modern bilim, varoluşun kökeni konusunda soru sormamayı bilim olmanın ön şartı gibi kabul etmektedir. Modern bilimin, insanların zihniyeti üzerindeki bütün etkisi, her şeyin temelinde yatan öz hakkında bilgi edinmeye çalışmadıkları sürece onları olup biten şeyler konusunda bilgili kılmaktır. Bütün bir varlık olarak insanı derinden tehdit eden de işte bu sınırlamadır.
Modern bilime sımsıkı bağlı olan bu alabildiğine sınırlayıcı bakış açısı, kelimenin gerçek anlamında kozmolojik bilgiyi modern bilimsel dünya görüşü çerçevesinde imkânsız hale getirmektedir. Kozmoloji, biçimsel gerçekliğin bütün düzlemleriyle uğraşan bir bilimdir. Maddi düzlem, bu gerçekliğin boyutlarından yalnızca bir tanesidir. Kozmoloji, layık bir bilim değildir. Vahye ve metafiziki öğretiye bağlı olmak zorundadır. Ancak bunların çizdiği çerçeve içinde anlamlı ve etkili olabilir. Bugün, modern kozmoloji diye bir şey olamaz. Bu kelimenin kullanılması, gerçek anlamı unutulmuş bir tabirin gasp edilmesi demektir. İsterse galaksilere uzanmış olsun, varoluşun yalnızca maddi ve cismani düzleminde temellendirilen, üstelik her gün değişen bireysel tahminlere dayanan bir kozmoloji, gerçek kozmoloji değildir. Bu, olsa olsa, dünyevi fiziğin ve kimyanın genelleştirilmiş halidir ve bazı Hristiyan ilahiyatçılarının ve filozoflarının da belirttikleri gibi, birkaç tesadüfi durumun dışında, hiçbir teolojik anlamı da yoktur. Dahası, bu sözde kozmoloji, daha çok çözümleme ve bölme ile dünyanın temelindeki «nihai» maddeye ulaşabileceğini sanan madde fiziğine dayanmaktadır. Bu da maddenin özündeki anlaşılmazlıkla, -Orta çağ filozoflarının materia prima dedikleri- “saf madde” ile “formel” maddeyi ayıran sınırdaki belirsizlik nedeniyle, asla ulaşılamayacak bir hedeftir.
Batı'da gerçek bir kozmolojinin ortadan kalkmasının nedeni., genel olarak metafiziğin ihmal edilmesi, özel olarak da varlık ve bilgi hiyerarşisinin unutulmasıdır. Gerçekliğin çeşitli düzlemleri, tek bir psiko fizik alana indirgenmiştir; tıpkı, bir manzaraya bakarken üçüncü boyutun apansız ortadan kalkması gibi bir şeydir bu. Sonuç olarak, yalnızca kozmolojinin, nesnelerle ilgili belirli bilim dallarına indirgenmesiyle yetinilmemiş; daha genel anlamda, yüksek olan alçak olana indirgenmeye başlanmış ve böylece küçükten büyüğü çıkarma eğilimi yaygın bir kabul görmeye başlamıştır. Gerçeklikte belirli bir hiyerarşi olduğu düşüncesinin tahrip edilmesiyle birlikte, bilginin çeşitli düzlemleri arasındaki uyumlu iş birliği de antik ve Orta çağ ilimlerinin temelinde yatan çeşitli gerçeklik tabakaları arasındaki mütekabiliyet de ortadan kalkmıştır. Böylece, söz konusu bilimler hurafe gibi görülmeye başlanmış, kelimenin etimolojik anlamından da anlaşılacağı üzere, bu bilimlerin dayandığı ilke ya da temeller tahrif edilmiş ,ya da unutulmuştur.
Yukarıdaki yazı İşaret Yayınları’ndan çıkan İnsan ve Tabiat başlıklı kitaptan alınmıştır. (ss. 18-22)