Kâf ve Nûn
Kalbe Vukuf - Ebubekir Koçak - 12 Eylül 2021
Yer: Bursa’da bir Cami köşesi
Zaman: Bağ budama vakti
-Allah neden kendisini zikretmemizi bizden istiyor? İltifata mı susuzdur? Peki neden adını anarken yahut işlerimizde samimi olmamızı emrediyor? Bela ağızdan çıkan söze bağlıdır denilmiş neden? Mesela Yakup Peygamber’in çocuklarına Yusuf’a dikkat edin korkarım onu kurt yer demesi ve çocuklarının Yusuf’u kuyuya attıktan sonra babalarını ikna için Yusuf’u kurt yedi demeleri tesadüf müdür? İyiyiz diyelim iyi olalım ne demek?
-???????????!
-Yine hikayelerin en güzeli Yusuf Peygamber’in kıssasından örnekler verelim. Hani Yusuf demişti ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir”. Ve nihayetinde Allah Teala Yusuf güzelini çirkinliklerden korudu. Fakat sonuç itibari ile uzunca bir süre zindanda kaldı. Şimdi Yusuf Peygamber zindanı ağzına almadan sadece korunma için dua etseydi yine de zindana düşecek miydi? Yahut daha çocukken aynaya baktığında köle olarak pazarda satılsam çok para ederim sözüne ne demeli? Bu sözleri sarfettiği için mi köle oldu pazarda satıldı, yoksa köle olup pazarda satılacağı için mi bir hissi kablel vuku olarak bu sözleri söyledi? Hımm, ne dersin?
-???????!
-Haydi işini biraz kolaylaştıralım. Mevlevilerin bazı ifadeleri senin için ipucu olacaktır. “Kapıyı çevir.”
Anlamış olmalısın der gibi kafasını hafif öne eğerek kaldırdığı kaşların altından yukarı diktiği gözlerle baktı.
-?????!
-“Lambayı uyandır.”
-???!
-İnsanların ayna kırılmasını neden uğursuz saydıklarını düşün. Yahut söküğü, elbise üzerinde iken dikmenin uğursuz sayılmasını... Bunların hurafe olmasına takılma, gerçekliğini sorgulama, insanlar neden böyle şeyler uydurmuş olabilirler, ona odaklan sen. Sonuç itibariyle karın içinde kurt yoktur ama çocuklar kar yiyip hasta olmasınlar diye onları korkutmak için uydurulmamış mıdır karın içinde kurt var sözü?
-?!
-Pekala, bir tanede ben uydurayım o halde. Ayakkabıları ters giymek uğursuzluktur. Ters giyen çocuk görürsen hemen düzelt.
-Yoksa işin ters gider. Eğer giyen çocuksa bahtı kara olur diye ekleyebiliriz. İlik yemenin kan yaptığına inanılmasının sebebini şimdi daha iyi anlıyorum efendim.
-Evlat, anlaman gereken daha önemli gerçekler var bırak şimdi iliği, kemiği. Mesela o hayrul beşerin söylediği ya hayır söyle ya da sus nasihatini bu bağlamda düşün bakalım.
-Efendim bunlar çok derin mevzular. Hızınıza yetişmekte güçlük çekiyorum kusura bakmayın. Benim istidadım da bu kadar demek ki.
-Hayır, hayır istidadın bu kadar değil fakat yeni palazlanan yavru kuşların tedirginliği var üzerinde. Uçmanın heyecanını yaşadıkça hep daha fazlasını isteyeceksin. İstidadının dışına çıktığında ancak gerçek anlamda özgür olabilirsin, bunu unutma. Bundan sonra sohbetlere karnın aç gelmeni istiyorum. Bu hususları tefekkür ederken karnın aç olmalısın, en azından ilk zamanlarda. Şimdi burdan devam edelim . Helal lokma yemek neden önemlidir? Bezm-i elestte Rabbimiz neden bize ben sizin rabbiniz değil miyim? Sorusunu sormuştur? O ana, o meclise neden “sohbet meclisi” anlamına gelen bezm-i elest denmiştirden hareket edersen işin kolaylaşır.
Peki ya bizim bunları konuşuyor ve düşünüyor olmamızın bir anlamı var mıdır?
Yer: Ankara’da bir bakanlık binası
Zaman: Asma
Sekreterin düşük yüzü müsteşarın makamına geldiğini gösteriyordu. Anlaşılan tüm şirinlik çabalarına rağmen günlük hakaret istihkakını daha sabahtan almıştı. Kalp atışları hızlandı. Söyleyeceklerini yeniden tasarlamak için kapısına kadar geldiği odanın önüden geri döndü. Aslında sabahtan bu yana söyleyeceklerini tasarlıyordu ama olmadı. Müsteşarın odasına girecek cesareti kendinde bulamadı. Cesaretini yeniden toplamak için koridoru baştan sona seri adımlarla katetti. Askerlik yapanların kendilerini rahatlatmak için söyledikleri sözler aklına geldi. “Komutanların ettikleri küfürler kamuflajlarımızda kalır.” İstediği kadar hakaret etsin üzerime almayacağım telkininde bulundu kendine. Hem sonra her ne kadar burnu yere düşse almayacak tavırlı bir adam olsa da, müsteşar beyimizin eşref saatine denk geldikleri de vaki idi. Sevgi, merhamet gibi duygulara eser miktarda da olsa sahipti. Kim bilir belki de o gün bugündür diyerek olanca kibarlığıyla tıklattığı kapıdan içeri bir kelebeğin çiçeğe konması gibi naifçe girdi. Kaş altından baktığı müsteşarın yüz ifadesinden bugünkü ruh halini anlamaya çalıştı. Fakat bunun sadece iyi insanlarda işe yaradığı sonucuna daha önce vardığını anımsadı... İyi insanların kalbi hemen yüzüne yansır, size karşı olan duygularını, öfkelerini, sevgilerini veya o anki hoşnutsuzluklarını yüzlerine bakarak anlamanız mümkündür. Yüzleri kalplerinin aynasıdır adeta... Müsteşarın yüzüne tekrar baktı. “Köseleden farksız, neyi nasıl anlayacaksın?” İmza için getirdiği kâğıdı, makam yükseldikçe büyümesini anlamsız bulduğu, gereksiz genişlikteki masanın üzerine bıraktı. Yüzüne bile bakmayan müsteşar elinin tersiyle çık çık işareti yaptı. Masadan kapıya at koşturulabilecek uzunluktaki mesafeyi alırken, nefes kokularını duyacak sıklıkta, sıkış sıkış masalarını, metrekareye düşen memur sayısını düşündü.
Yer: Konya’da bir ayakkabı tamirhanesi
Zaman: Asma
Besmele ile açtığı kapı yarılanınca sağa sola bir kaç kez oynattığı anahtarı çekip çıkardı. Her sabah yaptığı gibi kapının eşiğinde dikili vaziyette bir süre durdu. Biraz boya biraz deri karışımı kokuyu yadırgamadan, kaybettiğini ararken yaptığı gibi kısık gözlerini dükkânın içinde yavaş ve dikkatlice gezdirdi. Dükkânı açıp içeri adımını attıktan sonraki bu beklemelerin süresi yıllar geçtikçe artıyordu. Sobanın başına geldi. Akşamdan kalan feri kalmamış kömür közlerini faraş marifetiyle küllerinden arındırıp, yanlarından asimetrik delikler açılmış tenekeye doldurdu. Kapının önüne çıkardığı tenekenin üzerine serapa is çaydanlığı koydu. Kömür ve odunla doldurduğu sobayı ateşledi.
Poşetlerinin üzerinde yazan notlara bakarak teslim tarihi yaklaşan ayakkabıları tezgahın yanına topladı. Zımpara gerekenleri ayırarak nasırlı elleriyle bir güzel zımparaladı. Zımparaladığı ayakkabılara, dikişten önce, donmaya yüz tutmuş fırça ile iyice yedirerek yapıştırıcı sürdü ve daha iyi tutmaları için bunları beklemeye bıraktı. Dikiş makinesinin yere hayli yakın sandalyesine oturdu. Bal mumu sürdüğü ipliği makinenin iğne deliğinden geçirdi. Geriye yaslanarak sırtının kamburunu düzeltmeye çalıştı. Kirlenmesini umursamadan başını badana isteyen kireç duvara yavaşça dayadı. Sobayı söktükten sonra dükkânın badanasını yenilemesi gerektiğini düşündü. Dükkânın camekânından gökyüzüne daldı gitti.
Babasının, ayakkabı tamircisine birlikte gitme isteğinde ısrarcı olmasına bir anlam verememişti genç. Aslında kendisi ayakkabı tamircilerinin var olduğundan bile habersizdi. En son ne zaman bir çift ayakkabıyı ayağında eskitinceye kadar giydiğini hatırlamaya çalıştı ama nafile... Eskimeden yenisini alırdı. Kendisi böyle yaptığından herkesin de kendisi gibi yaptığı peşin hükmüyle ayakkabı tamircilerine ihtiyacın kalmadığını düşündü. Hem zaten ayakkabılar eskiden olduğu gibi sağlam imal edilmiyordu. Senelerce giydiği halde bir türlü eskitemediği için yenisi alınmayan ayakkabıların hikâyesini babasından defalarca dinlemişti. Ayakkabının topuk tarafına bıçakla küçük bir kesik atmıştı. Bu sayede ayakkabı bir aya varmadan kesiğin olduğu yerden yarılmıştı. Tabi kesiği küçük atmasının sebebi de kimsenin durumu anlamaması içindi. Planı işe yaramış ayakkabı kendiliğinden eskidi sanılmıştı. Hikâyenin tam da bu kısmında nasıl da keyiflenirdi. Dahası küçücük yaşta bunu akıl edecek kadar zeki olduğunu kanıtlama çabasına girişirdi, başka hatıralara geçerek. Sonra çocuk aklı işte diyerek aslında yaptığından duyduğu pişmanlığı ifade ederdi dönemin zor şartlarını hatırlatarak. “Kıtlık vardı o zaman şimdiki gibi her şey bol değildi. Gerçi şimdi de bereket yok o da ayrı mesele.”
Dükkâna girdiğinde mekânın huzur verici havası onu karşıladı. Bunun böyle olmasını beklemiyordu. Gelmemek için ayak direrken, babasıyla tartışarak evden çıkarken sıkıcı bir mekânda ilgisini çekmeyen konuların konuşulacağını düşünmüştü hep. Birlikte gitme ısrarından dolayı babasına duyduğu kızgınlık bir nebze olsun azaldı. Gösterilen iskemlelere oturdular. Ayak basılan yerlerde esneyen tahta döşemesi, ne fazla ne eksik yanan sobası, fi tarihinden kalma dikiş makinesi ve bilumum aletleri, tavandan tabana dükkanı eledi. Mekanı bu denli sıcak kılanın ne olduğuna bir türlü karar veremedi. Tamircinin tezgahında nasıl kendi dünyasını kurduğunu ne denli huzurlu çalıştığını, kulağına dayanan kurmalı saati ilk defa dinleyen bir çocuk şaşkınlık hayranlık karışımıyla gözlemledi. Gözü tamircinin ellerine ilişti. Yer yer kesik izleri vardı. Bunların tezgahın üzerinde duran aletlerden hangisi tarafından yapılmış olabileceğini tahmin etmeye çalıştı. Güreşçilerin zamanla kulaklarının kırılması gibi veya her üç marangozdan ikisinin parmaklarının eksilmiş olması gibi onca yıllık meslek hayatı düşünüldüğünde bıçak kesiklerinden kalma elindeki izlerin kaçınılmaz olduğu kabul edilebilirdi. Babasının tamircinin istediği parayı beğenmeyip tartıştığını fark etti ama bir terslik vardı. Babası tamircinin istediği parayı az buluyor daha fazlasını vermek istiyordu. Zorla da olsa isteğini kabul ettirdi. Dükkandan ayrılmak üzere ayağa kalktıklarında sırtları dönük olturdukları duvarda, tamircinin kafasını kaldırsa göreceği şekilde tezgahının karşısına yer biçtiği bir levha beni oku der gibi kendisine bakıyordu. “Allah’ın fazl u keremi, saracak kırık ve yapacak yıkık arar.” Mevlana
Sahile ayak basma hissiyle dükkandan çıktılar.
-Bak evladım içerde gördüğün adam Allah’ın salih bir kuludur, arif bir kimsedir. Bu devirde derviş olunur mu var mı hala? Evet var... Allah’ın has kulları, dostları gizli aşikâr her dönemde mutlaka vardır.
-Ne biliyorsun, ya öyle ya da değil. Bunu bilemezsin ki. Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz.
-Paranın da imanında kimde olduğu bellidir. Küpün içinde ne varsa dışa o sızar. Kırk senedir tanırım onu... Özü sözü bir insandır. Alın teri ile rızkını kazanır. Hatta çoğu zaman alın terinin karşılığını bile almaz. Şayet kaçınılmaz bir durum söz konusu ise aldatan olmaktansa aldanan olmayı yeğler. Bir kere yalanına rastlamadım. İbadet hayatını bilemem zira riyadan sakınır. Tam anlamıyla riyadan sakınır. Bazısı vardır tevazu gösterir ama işin aslı yaptığı riyadır. Şecaat arz eden merdikıpti misali... Bizimkisi gerçek anlamda derviştir. Velhasıl ariflerdendir. Böyle kimselerin sözleri tesirlidir.
-Duası makbuldür o zaman. Önce söyleseydin de dua isteseydik bari...
-Neden bahsettiğimi anlaman biraz zor… Onunla kırk senedir dost kalabilmişsem huyunu suyunu iyi bildiğimdendir. Sevmez öyle şeyleri. Allah’ın öyle has kulları vardır ki bunlardan kimileri, Allah katındaki makamlarının farkında değillerdir. Fakat bırak duası makbul olmayı, şu iş şöyle olsa ne güzel olur babından sıradan temenni olan konuşmalarını bile Allah Teâlâ dua sayar kabul eder, gerçekleştiriverir. Bunun gibiler zaten dua yapmayı ayıp görürler. Tedbiri terk eyle takdir hüdadandır anlayışı vardır. Halkın çoğu bunların sokaklarda gezenleri için meczup der geçer.
Yer: Ankara’da bir bakanlık binası
Zaman: Koruk
-Tamam teyzeciğim durumunuzu anlıyorum ama siz de bizi anlayın. Sonuçta emir kuluyuz biz de. Sabah oğlunuzun dosyasını müsteşar beyin masasına bıraktım. Halinizi arzettiniz ben de yardımcı olmak için götürdüm. Yoksa arkadaşlardan kimse cesaret edip de götüremezdi.
-Oğlum beni müsteşar beyle görüştüremez misin?
-Randevusuz görüştürmezler teyzeciğim.
-Niye ki, çok mu meşgul?
Bu soruyla dağıldı. Ne diyeceğini bilemedi. Neredeyse sabahtan akşama kadar internet başında mesai saatinin dolmasını beklediğini düşündü.
-Evet çok meşgul, bildiğin gibi değil. Dudakları acı acı açılıp kapandı.
Masasından kalktı ve sekreterin yanına gitti. Yaşlı kadının hastalığından, oğlunun annesinin tedavisini devam ettirebilmek için tayin istemesinden bahsetti.
-Amaaan, herkesin de bir bahanesi mutlaka var canım, bunu sen de biliyorsun.
-Durumunu bizzat inceledim. Gerçekten de bana inandırıcı geldi. Kaldı ki tayin istemek için bahaneye de ihtiyacı yok. Tüm şartları tutuyor. Fakat önceki müracaatı reddedilmiş.
Sekreter “abi biliyorsun” diyerek gözlerini müsteşarın kapısına doğru devirdi. Müsteşarın dengesiz ruh halini, nasıl bir kaçık olduğunu ima ediyordu. Neşeli olduğu günler hiç olmayacak onayları verirdi. Öfkeli olduğunda onay vermesi gerekli olan dosyaları bile reddederdi. Bu da demek oluyor ki bu gencin dosyası müsteşarın şakaklarında damarların çıktığı bir anda önüne konulmuştu.
Yer: Konya’da bir ayakkabı tamirhanesi
Zaman: Koruk
Bismillah diyerek ilk hareketi eliyle verdiği makinede ayakkabıları dikmeye başladı. Yapılan işi anlatırcasına kısa aralıklarla çalışan makinenin sesi dükkana hayat verdi bir anda.
-Selamun Aleyküm
-Ve aleykümsselam. Hoş geldin hele buyur otur şöyle.
-Çok kalamayacağım, çarşıda işlerim var. Mirim nasılsın? Afiyettesin inşallah...
-Veren lütfundan veriyor onu anladık da biz insan oğlu bunları hakedecek ne yaptık?
-Mevlana’nın dediği gibidir belki de. İlahi biz yoktuk, senin lütfu keremin bizim söylemediklerimizi işitti.
-Vay, vay, vay… Sen hem bu sözleri söyleyeceksin hem de işim var deyip kaçacaksın ha. Gelmek elindeyse gitmekte mi elinde? Dur sana çay katayım.
-Sen var ya sen az değilsin. O kor ateşte hazırladığın çayı reddetmeyeceğimi biliyorsun. Azar işiteceğim senin yüzünden.
Yer: Bakanlık
Zaman: Koruk
Odadan tam çıkacakken ansızın geri döndü, henüz elini indirmemiş olan müsteşara “efendim bugün son gün de onun için şey etmiştim” diyebildi. Yutkundu ve gözlerini kırpıştırarak müsteşara baktı. Öfkeden çılgına dönen müsteşar ayağa fırladı ve ağzından köpükler saçarak bağırmaya başladı.
-Ne yapayım son günse. Sanki imzalamaya mecburum. Mahalle muhtarı mıyım ulan ben...
Arka arka çıktığı odanın kapısını usulca çekti. Masasına dönerken olanca genişliğini kucaklayacak şekilde salonu süzdü. Tüm mesai arkadaşları kafalarını kâğıtlara, bilgisayarlara gömmüş üç maymunu oynuyorlardı.
Yer: Ayakkabı tamircisi
Zaman: Üzüm
-Sana bugün çekicin nasıl tutulması gerektiğini anlatacağım. Elini ne çok sıkacaksın ne de büsbütün gevşek bırakacaksın. Çekici çok sıkarsan bileğin çabuk yorulur iş göremezsin; gevşek bırakırsan da elinden düşürürsün veya istediğin gibi yönlendiremediğin için parmaklarına indiriverirsin maazallah. Tam kararında kavramalısın.
-Anladım usta.
-Anlamak yetmez evlat çok tekrar gerek. Tekrar tekrar, tekrar gerek.
-Yakıni olarak anlayabilmek için yani bunca tekrar değil mi mirim?
-Çayını içtin, sohbetimizi yaptık. Sen işini hallet daha fazla gecikme. Haydi selametle.
-İşim zor mirim. Belediyede bir adam var bir türlü yapmıyor işimizi. Artık ne bileyim rüşvet mi bekliyor birilerini araya sokalım da tanıdığı mı artsın istiyor anlayamadım.
-Haksız yere bekletmemek gerek. Hak edene hakkı verilse gerek.
-En azından bugün öyle olsun.
Kapı açıldı. Vücudunu dışarda bırakıp kafasını kapının aralığından içeri uzatan kirli sakallı bir adam:
-Adın Mülayim mi? Peh! Kendin kabadayı olsan ne olur demiş.
Sözü bitince geldiği gibi çevik hareketlerle de çabucak gitti.
-Boşa dememişler “her vilayetten bir deli Konya’dan tuttuğunu getir” diye.
Gülümseyen tamirci “Ya Hak” diyerek örse koyduğu ayakkabının topuğuna bir çiviyi tek vuruşla çaktı.
Yer: Ankara’da bir bakanlık binası
Zaman: Üzüm
Müsteşar beyimiz eve gitmek için tam da ayağa kalkmıştı ki topuğundaki acıyla birlikte yere kapaklandı. Hemen ayakkabısını çıkardı. Bir çivi, başıboş bir çivi kunduranın topuk kısmında yuvasından çıkmış ve ayağına batmıştı. Yavaşça doğruldu. Seke seke başına kadar gittiği koltuğa, bir ayağı havada olduğu yerde dönerek kendini attı. Ayağını yavaşça yere koydu. Tam telefona uzanacaktı ki masanın üzerinde duran onay için son günü olan dosyaya gözü takıldı.
Yer: Bursa’da bir Caminin şadırvanı
Zaman: İncir çekirdeği
-Şıramızı içtik sıra geldi sohbetimize. Bugün sana sahanda yumurta nasıl yapılır onu anlatacağım.
-“Söz ola...”
Ebubekir Koçak
Bahar Geliyor 2012
Konya