Ümmet-i Muhammed'in Sınıfları

 İrfana Vukuf -   Cihad Demirci -   16 Nisan 2021

Mustafa Fevzi b. Numan (1924), Nakşibendî-Ziyâiyye yolunun tanınmış halifelerinden ve Osmanlı son dönem sufi muhitlerin muteber müelliflerindendir. Onun yazdığı Mîzânü’l-İrfân isimli mühim eserin “Hilkat-i Benî Adem’in İllet-i Gâiyyesi Beyanındadır” başlıklı bölümünün mensur sadeleştirilmesini okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.[1]

 

ÜMMET-İ MUHAMMED’İN SINIFLARI

Ey kardeşim! Bizim ahvalimizin, tavırlarımızın ve sözlerimizin neye benzediğini sana örneklerle anlatacağım. İnsaf et ve ibret al. Müslümanlar üç sınıftırlar; avam, havas, hâssü’l-havas.

Veliler ya havas yahut hâssü’l-havastırlar. İtikatları ehl-i sünnettir ve hepsi yüksek mertebelerdedirler. Bidat ehli; alim ya da cahil olsa da, ilmiyle dünyayı doldursa da veli olamaz. Avamdandır. Havas ve hâssü’l-havas olan kimseler, bidatten uzak dururlar. Çünkü onlar, Peygamber Efendimiz’in varisidirler. Bidat, veli kulun vicdanında yer edinemez. Onların kalpleri, cilalanmış ayna gibidir.

Avam olanlar sadece bidat ehlinden ibaret değildir. Üç sınıftır ve tamamı suret ehlidir.

Birinci kısım, ehl-i sünnettir. Salih ve fasıklarla birliktedir. Fasıklar, günah işlerler fakat itikatlarında sorun yoktur. Doğru itikat üzere olduğu için, sonunda hidayete erebilir. Günahkârlığında ısrarcı olursa da sonu korkunç olabilir. Bu kısımda olanlar taklitçidirler ve suret perdesindedirler. Hak ehlini taklit eder ve o itikatça inanırlar. İtikatlarını bozmazlar fakat ifsat etmekten de vazgeçmezler. Amelleri bozuktur ve devamlı günah işlerler. Bu devamlılık sebebiyle zarar göreceklerdir, imanları da muhtemelen bozulacaktır. Daha sonra bidat ehlinden olup imanları da zayıflayabilir.

İkinci kısım, bidat ehlidir. Sapkınlıkları ile meşhurdurlar. Çok sınıfları vardır ve hepsi ehl-i sünnetten uzaktır. Bu kısımda olan insanlar ister ibadetlerine devam etsinler isterse halk içinde alim olarak bilinsinler, fark etmez, Hak ehli bunlardan uzaktır ve bunlar bidat ehlidirler.  

Üçüncü kısım, ehl-i sünnettenmiş gibi görünen fakat bidat ehli itikadında olan kimselerdir. Bunlar sufileri delil olarak gösterirler. Sufilerin bazı şathiyatına uyan hidayet mahrumu kimselerdir. Bunlar ahkâmı terk ederler ve, “Bütün varlık Allah’tır.” derler. Sanki vücûdî tevhide ermiş gibi konuşan bu cahiller, bilmeden küfre düşerler.

Evet kardeşim, ehlullahın buna benzer sözleri vardır fakat kendi hal ve makamlarının zevkince sözlerdir. Hallac-ı Mansur, ayrılık acısı canını yakınca perişan olmuş ve aşka düşmüş, böyle bir manevi sarhoşlukla, “Ben Hakk’ım.” demiştir. Kulluğundan asla dönmemiştir. Bunlar da Mansur olmaya kalkışırlar ama gece gündüz şeriati terk ederler. Boş laf ve dedikodu yaparlar. Bayezid-i Bistami’ye bakıp ibret almak lazımdır. Bayezidlik yapılacaksa, Can Tayfur’unu bilmek gerekir. O gece gündüz namaz kılardı, bunlar namazı terk eden hilekarlardır. Onun sinesi Hak aşkı ile dolu ve gözleri gözyaşlarından kanlı idi. Gövdesi kazan gibi kaynar, geceleri sabaha kadar uyku bilmezdi. Bunlar acaba Hak için bir damla gözyaşı dökmüşler midir?

Ey kardeşim!

Telaşlı telaşlı safsatacılar gibi söz söylemeye, kainatı göz göre göre reddetmeye gerek yok. Nefis insanı azgınlığa düşürür. Allahlığa yeltenmeyelim. Dinlediğimiz bazı beyit ve kasideleri hakikatin kendisi zannetmeyelim. Eşrefoğlu’nu, Niyazi-i Mısrî’yi okuyup, İbü’l-Arabî’nin Füsûs’una bakıp gördüğün manayı anladığını sanarak ona dayanmak doğru değildir, çünkü o makama ulaşmadan olmaz. Şathiyatın peşine düşüp tertemiz şeriat terk edilmez.

O büyükler Allah aşığıydı. Gayretleri Allah içindi. Bizlere nispetle ebrar ve ahyar idiler. Fenafillah makamına ermiş esrar sahibi o zâtların, Allah aşkı canlarına tesir etmişti. Ruh makamından konuşurlardı ve bizlere göre havastırlar, henüz hâssü’l-havas olmamışlardır. Cem makamındadırlar ve gizli hazineler onlara açılmaya başlamıştır. Cem’ü’l-cem makamına ulaşmış olsalardı bu sözleri söylemezlerdi.

Aziz kardeşim!

Bu makam öyle bir makamdır ki herkes buradan hızlıca geçemez. Çok ayaklar burada kayar. Bu makamda dikkatli olmak gerekir. Zındıklar bu makamda ortaya çıktığı gibi yine bir çok ayrılık da bu makamda başlar. Şeytanın kendini yakîn ehli sanarken düştüğü makam da bu makamdır. Büyükler bu makamda kalmamışlardır, sonunda tehlikelerden kurtularak bu makamdan geçmişlerdir. İşte Hallâc-ı Mansur, bu makamdan geçmiştir. Cismini ortadan çekebilmiştir. O zaten Allah aşığı bir kuldu. Zındıklar gibi pis değildi.

Bu türlü aşıkların özürleri vardır. Bu özürlerini de düşünerek adaletli düşünmek gerekir. Özrü olanın mutlaka illeti vardır. Düşüncesi doğru olan illet istemez. Tüm hastalar sıhhat ister. Kemal ehlinde özür olmaz. Onların ruhları sağlam ve zindedir. Özürlü olmak bir şekilde noksan olmak demektir. Üst hale geçildiğinde pişmanlık doğurur. Bu makamda olanlar kendinden aşağıda olana göre kâmildirler fakat üstte olanlara göre de işleri noksandır. Kemâlin en üstünü özrü olmamaktır ve meczuplar dahi bunu kabul ederler.

Ey kardeşim!

Ruh makamında zorluğa uğrayan kimsenin o zorluklar yavaş yavaş ruhunu kaplamaya başlar. Sonra şathiyata düşkünlük oluşur ve bu da saliki helake götürür. Buradan Allah’ın yardımıyla geçen salik, yüzünü O’nun veçhine yöneltmeye başlar. Tüm saliklere burada bu zuhurat olur. Bazıları anlar, bazıları anlamadan geçer. Bir kısmı ise buradan geçmez. Ruh, Allah’ın sıfatlarına nazar eder ve işte bu cilveler ondan burada olur. Kendi kendine tecelli eder ve her yerde kendini görür olur. O zaman misal âlemi açılır, hayalinin gücü ile arkadaşlık eder. Ervah âlemine geçmek ister fakat berzaha düşmüştür. Misal âlemi, ervah âleminin berzahıdır. Cenâb-ı Hak, mertebe mertebe böyle belirlemiştir.

Devam edecek…

 

 

 

 


[1] Eser, Fatih YILDIZ tarafından hazırlanarak 2020 yılında KDY Yayınlarından neşredilmiştir.

Diğer Yazılar