Allah’a Karşı Edeplerden Birinci Vazife, İtikadın Düzeltilmesi
İlme Vukuf - Cihad Demirci - 21 Mayıs 2021
Mustafa Fevzi b. Numan (1924), Nakşibendî-Ziyâiyye yolunun tanınmış halifelerinden ve Osmanlı son dönem sufi muhitlerin muteber müelliflerindendir. Onun yazdığı Mîzânü’l-İrfân isimli eserin, “Edeb Maallahtan Birinci Vazife” başlıklı bölümünün mensur sadeleştirilmesini okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.[1]
Ey kardeşim!
İnsanın akidesinin düzelmesi, tamamıyla ehl-i sünnet mezhebinde olmasıyla mümkündür. Sahabe-i kiram ve tabiin efendilerimiz ehl-i sünnet idiler. Tüm ilim sahipleri de onlardan aldıkları akideyi koruyarak ilk asırdan günümüze kadar ulaştırdılar. Ehl-i sünnetin amelde mezhebi dört, itikatta ikidir. Bu mezheplerin hepsi doğrudur, usulleri birdir ve doğru yoldadırlar. Dört büyük alimin bıraktığı dört ameli mezhep şunlardır;
Hanefi, Şafii, Hanbeli, Maliki.
İtikatta sahabe-i kiramın usullerinden gelen iki mezhep vardır;
Maturidi, Eş’arî.
Ehl-i sünnet mezheplerinin dışındaki mezhepler bidat ehlidir. Özellikle akaidin mevzuları incedir, zaruretleri vardır ve dikkat gerektirir.
Sevgili kardeşim!
Alemin yaratıcısı Cenâb-ı Hak’tır. İnkar edenler olsa da bundan hiç şüphe yoktur. Bu gerçeği akılsızca inkar edenler, insan olmayı idrakten dahi nasipsizdirler. Aslı esası olmayan safsataların peşindedirler ve yalanlarını tüm insanlar bilir, ortaya döker. Hatta kafirler bile gülerler onlara. Onlar, kafirlerden öte kafirlerdir.
Bizim için onların sözlerinin önemi yoktur. Biz, peygamberimizin sözlerine kulak veririz. Yaratıcı vardır, şeksiz şüphesiz Hak Teâlâ’dır. Celal sahibi yüce Allah birdir, mutlak kâdir O’dur, hâkim olan güç O’nundur. Mü’min kulların vicdanlar ve irfanları buna delildir. Yücelik sıfatlarının tamamı Hak’tadır. O’nun zâtının hakikatini anlamaya akıl ve fikir yeterli değildir. Gönlünden geçen her ne olursa, Allah ona kesinlikle benzemez. O’nun olmadığı ve O’na uzak olan bir mekan yoktur.
Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları zâtının aynı değildir. Burada farklı incelikler söz konusudur. Eğer zatı ile sıfatları aynı olsaydı her bir sıfatının bir zatı olması gerekirdi. Halbuki zatının hakikati, başka bir varlığı kabul etmez. O’nun yüce sıfatları, zatına bağlıdırlar. Büyüklerimizin bu konudaki keşif ve ifadeleri böyle olmuştur.
Aynı zamanda hal ehli büyüklerimiz, sıfatların zatının tamamen gayrı olmasının da imkansız olduğunu ifade etmişlerdir. Çünkü öyle olsa idi de, başka başka zatlar olması icap ederdi. Yani zatının dışında da değildir. Kâinatın yaratıcısı olan Allahu Teâlâ’nın tekliği mutlaktır. Bu sözlerim de şüphesiz hakikattir. Arifler için bunun anlaşılması kolaydır. Ehl-i sünnet, Allah sayılarını artırsın, tamamıyla irfan sahibidirler.
Ey kardeşim!
Sen bunları ruhunda uygulamaya bak, ancak o zaman karşı çıkmayı bırakırsın. Ruhun birçok zahiri güçleri vardır ve bu güçler bizler için aşikardır. Bilme kuvveti ruhta ortaya çıkar. Sence bu “bilme”, ruhun aynısı mıdır? Ya da aklı başında bir insan, “Ruh bilmekten ibarettir.” diyebilir mi? Ruhun zatının “bilme” olmadığına şüphe yok. Bir tane ruh vardır ve fakat sıfatları fazladır. Yine de o bilmek de tabiki, ruhtan zuhur etmiştir, ruh ile kaimdir ve ruhun bir kuvveti olarak ortaya çıkmıştır. “Bilme” için başka bir varlık değil yine ancak ruhtan bahsedilebilir. Ruh ile sabittir, başlıbaşına bir varlık da söz konusu değildir.
Ruhta bunun gibi görmek, işitmek, istemek, bilmek, becermek, söylemek de vardır. Bir potansiyel güç olarak bunlar ruhta bulunur ve her biri ayrı ayrı ruhtur denemez. Mâna olarak bunlar ruhun aynıdır da denmez. Fakat ruhtan ortaya çıkmışlardır, denebilir. Ruh olmasa, bu sıfatlar ortaya çıkamayacakları için mutlaka ruh ile var olurlar. Bu sebeple ruhun gayrısıdırlar da denemez.
Doğrusunu Allah bilir, bildirir. Bu mevzularda söz söylerken de insaflı ve dikkatli olmak gerekir.
[1] Eser, Fatih YILDIZ tarafından hazırlanarak 2020 yılında KDY Yayınlarından neşredilmiştir.