İhlâs Sûresi’nin Manzum Tercümesi ve Mensur Tasavvufî Tefsiri
İrfana Vukuf - Fatih Yıldız - 01 Ağustos 2023
İhlâs Sûresi’nin Manzum Tercümesi ve Mensur Tasavvufî Tefsiri
Daha önce makalelerinden ve eserlerinden kesitler paylaştığımız Mustafa Fevzi b. Numan Efendi (v. 1924), bu sefer Gümüşhaneli Dergahı’ndan pirdaşı olan Bolvadinli Yörükzâde Ahmed Fevzi Efendi (v. 1957)’ye yazdığı bir mektupla yazımıza konu oluyor. İlgili mektupta bu zat tarafından kendisine sorulan rabıtanın kime yapılabileceği ile alakalı tarikat içi bir soru ve İhlâs Sûresi’nin meâli ve tefsirine dair bir talebe cevap verilmekte. Sonunda yine İhlâs Suresi hakkında bir manzume bulunmaktadır.
İlk defa Menâkıb-ı Ziyâiyye (İstanbul, 2021) isimli eserin sonunda yayınladığımız bu mektubun rabıta ile alakalı kısmını çıkararak, İhlâs Suresi’nin tasavvufî tefsirine bir katkı olması dileğiyle tekrar istifadeye sunuyoruz:
Hulefâdan Bolvadin'de Hoca Ahmed Fevzi Efendi Hazretlerine,
Ahî fillâh ahîm, reşâdetlü efendim,
Es-selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtühû ve rıdvânühû ve alâ cemî‘i'l-mü’minîne…
Gelelim ihlâs-ı şerîf meselesine. Yahu bu suâl neden icâb etti. Rüya mı gördün yoksa benden böyle bir şey istemek için ma’nen memur mu edildin? Her ne hal ise bu suâlinize pek memnunum. Çünkü bütün acz ve taksîrimle beraber kalem ve müfekkiremi bu gibi ulviyyâtla meşgul etmeyi pek arzu ederdim. Binâenaleyh şimdiye kadar İhlâs-ı Şerîf’i okumaktan başka sûre-i şerife hakkında manzûm ve mensûr bir kelime yazmamıştım. Yalnız sekiz dokuz sene evvel sûre-i celîlenin meâlini nazmen yazarak İzhâr-ı Hakîkat nâm risâlemin âhirine derc etmiştim. İşte onu size yazmakla beraber şimdi de yeniden zuhûr eden manzûm ve mensûr ba’zı şeyler yazıyorum. Cenâb-ı Hak taksîrâtımızı afv eylesin. Âmin bi-hürmeti Seyyidi'l-Mürselîn.
Sûre-i İhlâsın Meâlen Tercüme-i Manzûmesi
Ey Resûlüm söyle o müşriklere, kâfirlere
Söyle İmran oğluna “Allah” diyen hâsirlere (Kul)
Ben ol Allah’ım ki masnû’umdur ecsâm u ukûl
Zât’ımı bilmekliğine halk etmedim râh-ı vüsûl (hüvallâh)
Öyle birlikdir ki şânım, şân-ı vahdâniyyetim
Her hüviyetden münezzehtir o ferdâniyyetim (Ahad)
Ben azîmü'ş-şân Hudâ’yım maksad u matlûb benim
Melce’î ü me’vâ benim, ma’şûk benim, mahbûb benim (Allâhu’s-samed)
Her havâyic Zât’ıma, dergahıma ma’rûzadır
Böyle bilmek, birlemek her bir kula mefrûzadır (Allâhu’s-Samed)
Şânıma lâyık değil doğmak, doğurmak, insilâl (lem yelid ve lem yûled)
Zât’ımın küfvü bulunmaklık muhâl ender muhâl (lem yekün lehû küfüven Ahad)
Tercüme tamam oldu.
Aziz ah-i fillâhım. İşte bâlâdaki ebyâttan başka şimdiye kadar bir yazı yazmamıştım. Bi-mennihi’l-kerîm mektûbunuzun cevâbına mübâşeret ediyorum. Bismillâhi’l-mu’în ve lehü’l-hamd ve bihî nesta’în ve sallâhu alâ seyyidinâ seyyidi’l-mürselîn ve alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
Sûre-i İhlâs, kelime-i celîle-i tevhîdin tefsîr ve teşrîh ve icmâlîsini nâtıktır. Sûre-i celîle-i mezkûrenin âyât-ı kerîmesi merâtib-i tevhîdi bildiriyor. Birinci âyet zübde-i Kur’ân’dır. Onu ta’kîb eden âyât-ı beyyinât, birinci âyet-i kerîmenin tefsîr ve tafsîlini şâmildir. İşbu sûre-i celîle ulûm-ı zâhire ve bâtınenin ve ez cümle ulûm-ı kelâmiyye ve hükmiyye ve tasavvufiyyenin zübde ve me’hazıdır.
Bi’l-hassa ilm-i tasavvuf işbu sûre-i kerîmenin hazâin-i mahfiyyesinden bir hazînedir ki bu ilmin dâire-i şümûlünde gerek ümem-i sâlife ve gerek ümmet-i merhûme muhakkık ve mütefekkirlerinin şimdiye kadar ilmen ve keşfen söyledikleri ve ilâ yevmi’l-kıyâme ilmiyyât ve keşfiyâtlarını söyleyip yazacakları sûre-i celîlenin azamet-i şân ve belâgat-ı i’câz-beyânına karşı ebhâr-ı kesîreden bir reşmeciktir. Ulûm-ı sâireyi buna kıyâs ediniz.
Sûre-i celîlenin birinci âyeti üç mertebede tevhîd-i Zât’ı, ikinci âyet tevhîd-i sıfâtı ve onu ta’kîb eden âyetler tevhîd-i ef’âl ve âsârı mübeyyendir.
Birinci ve ikinci âyetler sıfât-ı sübûtiyye-i İlâhiyye’yi ve âyât-ı celîle-i müte’ahhire sıfât-ı selbiyye-i Sübhâniye’yi beyân buyurmaktadır.
İşbu sûre-i celîlede merâtib ve tenezzülât-ı hamse-i İlâhiyye’ye işâret vardır. Birinci âyette şerî’at, tarikat, hakikat ve ma’rifete münâsib mütâla’ât dermiyân olunabilir.
Kul, emr-i celîli şer’î’ata işâretdir. Çünkü şerî’at-ı celîle emir ve nevâhî-i İlâhiyye ve tebliğ-i ahkâm-ı Samedâniyye’ye nâzırdır.
Hüve kelime-i tayyibesi tarîkata münâsiptir. Zîrâ tarîkat şerî’atla hakîkat arasında bir vâsıta ve mûsıla-i ma’neviyye olduğu gibi işbu kelime-i şerîfe de emir tebliği ile müstecmi’-ı cemî’-i esmâ ve sıfât olan Allah ism-i celîline ve bi’n-netîce Zât-ı hazret-i müsemmâya işâret ve îsâl ediyor.
Allah lafza-i celâli hakîkate muhavvel olmak pek muvâfıktır. Çünkü maksûd-ı bi’z-zât olan hakikat, o ism-i celîlin müsemmâsı bulunan Zât-ı pâk-ı ulûhiyyetten başka bir şey değildir.
Ahad kelime-i tayyibesi mertebe-i ma’rifete işârettir. Çünkü Zât-ı pâk-ı ulûhiyeti mertebe-i ahadiyyette tefekkür ve tezekkür etmek ancak ârif-i billâhın şânıdır. Yine bu ebvâb-ı İlâhiyye sûre-i celîlenin umûm ayetlerinde her birerlerine ayrı ayrı tatbîk ve tevfîk olunmak muvâfık-ı hakîkattir.
Birinci âyet-i kerîmede hüviyet-i mutlaka ve ahadiyyet-i Zâtiyye’yi beyân ile mertebe-i (lâ-ta’ayyün)’e işâret vardır.
İkinci âyet-i celîlede müstecmi’-i cemî’-i esmâ ve sıfât olan şân-ı câmi’ ve vâhidiyyete işâretle ta’ayyün-i evvel ve ilm-i lâhûta ve es-Samed kelime-i tayyibesinin delâletiyle şuûnât-ı Zâtiyye ve a’yân-ı sâbite mertebesine işâretle ta’ayyün-i sânî ve âlem-i ceberûta münâsebet hâsıl olmuştur.
Üçüncü âyet-i celîlede melekût ya’ni ervâh ve misâl âlemlerine ve ta’ayyün-i sâlise ve erba’aya işâret vardır ki lem yelid ve lem yûled o âleme münâsebet göstermektedir. Çünkü âlem-i mücerrede doğmak ve doğurmaktan hiçbirine nisbet kabul etmez.
Âyet-i ahîre ta’ayyün-i hâmis olan âlem-i mülk ve âlem-i kesrete münâsebettir. Çünkü küfüv kelime-i celîlesi karînesiyle kesretin zuhûru ve o kesretten hiçbir şeyin Zât-ı pâk-ı ahadiyyete küfüv olamaması mertebe-i sübuta vâsıl oluyor.
Ve’l-hâsıl sûre-i celîle-i İhlâs’ta ulûm-ı evvelîn ve âhirîn mündemiçtir. Nasıl ki ta’ayyün-i evvel ve şân-ı câmi’ ve vâhidiyyet ve hakîkat-i Muhammediyye ıtlâk olunan mertebede şu’ûnât ve ta’ayyünât-ı sâire bi’l-kuvve mündemiç olduğu gibi.
İşte her mümin-i kâmil ve her sâlik-i vâsıl kendi isti’dâd ve irfânına ve itmi’nân ve îkânına göre ilâ-mâşâallah her aradığı ma’ânî-i latîfe ve mezâyâ-yı münîfeyi sûre-i celîlede bulur. Ve bütün irfânını oraya hasr ederek sinîn-i adîdede arayıp bulup nihâyetini getiremediği ma’ârif-i İlâhiyye’yi nihâyet kendi mâ-fevkine ve o mâ-fevk de daha mâ-fevkine ve fevka külli zî ilmin alîm mısdâkınca Hazret-i hâtemiyyet-i risâlet aleyhi ekmeli’t-tahiyye’ye kadar terk ederler. Ve hazret-i Ahmediyye aleyhi efdalü’t-tahiyye Efendimiz de mâ arefnâke hakka ma’rifetike i’tirâf-ı Muhammedî’sinin huzûr-ı Ulûhiyyet-i cellet-i azameteye takdîmiyle el-aczü an derki’l-idrâkü, idrâkün sırrını izhâr buyurur.
Azîzim bilâ tetebbu’ meşgûliyet-i kesîre arasında şu kadarcık yazabildim. Sûre-i celîlenin fezâili hakkındaki ahâdîs-i kesîreden ba’zıları Râmûz-ı şerîf’te mevcuttur. Oraya ve kütüb-i sûfiyyeye mürâca’at olunsa daha çok şeyler yazılabilir. Fakat benim gibi bir bizâ’asız ahkardan bu kadarını kabûl etmek lütfunda bulunacağınıza eminim.
Zâlike fazlullâhi yü’tîhi men yeşâu vallâhu zü’l-fazli’l-azîm. Eblağnallâhu belâğa’l-kemâli fi’l-İslâm ve’l-îmân ve nûrı kulûbinâ bi’l-îkân ve’l-itmi’nân ve zeyyene esrârinâ bi’l-ıyân ve’l-irfân. Ve’s-selâmü aleyküm ve rahmetullâh
İhlâs-ı Şerîf hakkında manzûme:
İhlâs-ı Şerîf
1
İhlâs-ı şerif, tevhîd-i münîf, sülüsü’l-Kur’ân
İhsân-ı Hudâ, menşûr-ı Hüdâ, ne büyük fermân
O güzel sûre, âşık-ı zâra, ne celî bürhân
O büyük Kur’ân, ezelî bürhân, ne azîmü’ş-şân
2
İhlâs’ı oku îmânın ile vicdânına sor
Ahfâya yürü, her harfine bak, Allah’ını gör
Vicdâna safâ, îmâna cilâ bahş eder ol nûr
O büyük Kur’ân, ezelî bürhân, ne azîmü’ş-şân
3
İslâm ilinin Allah dilidir, nâtık-ı hakdır
Nâsût bağının lâhût gülüdür, sâik-i aşkdır
İhlâsa yürü sırrını arz et kalbini yaktır
O büyük Kur’ân, ezelî bürhân, ne azîmü’ş-şân
4
Tevhîd-i şühûd, şehrâh-ı vusul, ihlâs iledir
İfnâ-yı vücûd, Allah’a kabûl, ihlâs iledir
Ey âşık-ı zâr, istediğin yol, ihlâs iledir.
O büyük Kur’ân, ezelî bürhân, ne azîmü’ş-şân
5
Fevzi gece gün Kur’ân’a sarıl, ihlâsa yapış
Tevhîde eriş, Allah ile ol, Hak ile görüş
Meslek-i îkân böyledir ancak, irfâna alış
O büyük Kur’ân ezelî bürhân, ne azîmü’ş-şân
Fî 9 Kânûn-ı Sânî 340 /9 Ocak 1924
Kâtib-i ke’îb
Mustafa Fevzi[1]
[1] Mektubun sonunda şu ifade kayıtlıdır: “Reşâdetlü Kâtib Fevzi Efendi hazretlerini kendi hatt-ı destiyle manzûm ve mensûr gönderdiği mektûb-ı âlîleridir.”